BEN olmaya hazırım

50 yıldan geriye ne kaldı diye geçiriyorum bu sıralar aklımdan

İçinden yol geçen hikayelerin neresindeyim .

Körfez Savaşını gördüm. Hatırlarım karartma gecelerini. Defter kapladığımız lacivert kağıtlarla pencereleri örttüğümüzü.Babamın, savaş döneminde aç kalırız diye erzaklar alıp geldiğini hatta kadayıf ve ceviz aldığını bilirim . Gülümserim hep bunu hatırladıkça .

Her an çağırılabilir babam da diye,korka korka beklediğimizi. 80 öncesi sağ sol kavgalarını gayet net hatırlıyorum mesela.

Parti merkezine bomba atılırdı, İnanmayacaksınız ama pek de korku salmazdı içime. Hayatın normal bir parçasıydı o bombalar. Benim yaşımda her çocuk, her ülkede böyle şeyler yaşar zannederdim.

İstanbul üniversitesinde okuyan  21 yaşındaki akrabamızın cenazesi geldiğinde annesinin feryadı ve 80 ihtilalinde sabahın zır kökünde telefonla uyandığımız da bugün gibi aklımda.

Mahallenin çocukları balkondan balkona seslenirdik birbimize, “İhtilal ne demekmiş, anlayan var mı?

 Peki biz niye kitapları yakıyoruz?” diye…

Sonra, Körfez Savaşı’ndaki telaşı bilirim. Ekrandan gösterilen naklen bombalama sahnelerini…

Televizyondaki Necefli Maşrapayı, tek kanallı ama kaliteli o güzelim yayınları, radyoda Arkası Yarın’ı, Beraber ve Solo şarkıları, Pazar sabahları Hikmet Şimşek sohbetiyle başlayan klasik müzik konserlerini, ya da Modern Folk Üçlüsü mesela, “Leblebi Koydum tasa kız annem…”i söylerken gözümün önüne gelir hala….

Sokakta oynayan son kuşaktanım ben. Evlerin arka bahçelerinin otopark “olmadığı” zamanlarda, bir ağacın altına evdeki en eski, havı dökülmüş kilimin serilip orada evcilik oynadığımızı… yakantop, saklambaç, deve-cüce, güzel-çirkin ve hatta yağ satarım-bal satarım ve elbette lastik oyunlarını… Susayınca, tanımasak da, her hangi bir zemin kat evinin penceresini tıklatıp, “ Ben susadım teyze” demeyi ve tertemiz bir bardak suyu kana kana içebilmeyi…

Sahiden bak, esnafa da amca, teyze diyebildim ben. O saman kağıdına sarılı nefis bakkal peynirlerinin tadını bilirim.

Ekmeği fırından alıp, eve gelene kadar çenesi dediğimiz o sivri köşesini kopartıp yiyebildim. Bir çocuk mahallenin taa öbür ucuna fırına gidip ekmek alır gelirdi, çünkü tüm mahalle kocaman bir aile gibiydi. İbrahim amcam manavın önünden geçerken bir elmayı mavi önlüğünde parlatıp uzatır, pastanenin önünden geçerken sıcacık pişmiş kağıtta kek ikram ederdi. Karşı apartmanın görevlisi Aziz efendi çekirdek kabuklarını yere atıyoruz diye süpürgesiyle kovalardı bizi. Şimdi düşününce adamcağız nasıl haklıymış diyorum.

Çanta markası diye bir kavram yoktu o zamanlar. Arabalar aşağı yukarı aynıydı. Bu ülkenin kendi arabasını ürettiğini görebildim ve o Anadol’a binebildim ben… Lüks tüketim pek aklımızın aldığı bir şey değildi. Hepimizin ulaşabildiği şeyler aynıydı ve sınırlıydı. Ama gözümüz de eksiğimizde değildi yani, var olana şükrederdik.

Neden derseniz, balkonlarda bidonlarla benzin saklandığını da gördü bizim nesil, . Kış geldi mi kalorifer doğru dürüst yansın diye mazot gelir  kocaman kalın  ipler ile tankerin mazot tabancası yukarı çekilir  depo doldurulurdu . Antep ayazında evde kat kat kazakla gezinmek çok normal bir durumdu. Özel kalın “ev kazaklarımız” vardı hepimizin.

Ama….

Domates domates gibiydi kardeşim. Kokardı domatesler, kokardı salatalıklar. Yazın çilek çıkmış, patlıcan çıkmış diye sevinir, kışın kestaneciye rastlayınca anlardık mevsimin değiştiğini. Herhalde bir çoğumuz bir şekilde bir bahçeli ev gördü, tattı büyürken.

Bahçenin bir köşesinden maydanoz topladı sabah kahvaltılarına, güllerin dökülen yapraklarını demliğe atıp mis kokulu çay yapan anneannelerimiz, babaannelerimiz oldu bizim.

Bayramlarda el öpen, mendil arası 2,5 liracıkları harçlık diye alan, Mabel’in arap kızı resimli cikletlerini, parlak kağıtlara sarılmış fıstıklı çikolatalarını nimetten sayan nesiliz biz.

Dostluğu hayatımızın merkezine oturttuk hep. O bizim olmazsa olmazımızdı. Bir aile, bir dostlar.

Üzüntüleri ikiye bölüp, sevinçleri ikiye katlamayı bildik bir ömür boyu. Üzüntünde ağlayan çok olur da, biz birbirimizin başarılarına da “gerçekten” sevinmeyi bildik.Şimdilerdeki gibi görüp görmezden gelmeyi bilmezdik .

Hep mi mutluydum? Yoo…. Sabahlara kadar ağladığım, kendimi dehşet çaresiz hissettiğim, çırpınıp çırpınıp çare bulamadığım, ne hayal kurmuşum ama, yıkıl yıkıl bitmedi dediğim günler de oldu. Bizim ailenin kadınlarının gözleri sosis gibi şişer ağlayınca. Az gezmedim sosis gözlerle. O yüzden şiş göze çare bulmayı da pek iyi bilirim. Suya yazdım kötü anılarımı. Akıp gitsinler ferah denizlere kavuşsunlar diye…

Deprem de gördü bu gözler. 99 depreminde abim askerde yakalandı ve babam arkasından gitmişti . Sanki dünya yıkıldı da ben tek başıma kaldım zannettiğim anlardan biriydi mesela. Ta ki eski ahizeli , telefonun öbür ucunda babamın  sesini duyana dek… Tekirdağ’daki dayımlardan  iyiler”diye haber alana dek…hepsi rahmetli oldu gittiler bu dünyadan .

Dost kavramını zamanın içine yayarak, yaşamadan ,dost olarak gördüğüm , görmek istediğimi ayrıştırmadan isimlendirmeden kazandığımı paylaştım . Hiç üstüme vafize olmayan ödemeler yaptım .Tüm kazancımın sadece bana aitmiş gibi kendi kul hakkım yokmuş gibi  davrandığım anlarım oldu .Yazık oldu onca emeğe ama bize öğretilen dostluk sorgulanmaz dı. 50 yıl geride kaldığımı fark etmemiştim .Aynalarda çaresizlizliğimi gördüm.

Çaresizlik derken 55 yıllık aile şirketinin bir gecede iflasını yaşayıp evimizden çıkmayanların menfaati bitince yolunu değiştirdiğini gördüm. En güzelinin cebinde 5 liranın 4 lirasını sokakda ki açın karnını doyurmak için harcayıp ,yüzümdeki gülümsemeyi iliklerimde hissetmek olduğunu öğrendim .

Göre göre “pandemi” de gördü bu bünye. Bir bu eksikti dedim içimden. Akla ziyan bir bilim kurgu filminin zoraki figüranı olduk diye isyan da ettim, ama kuzu kuzu evdeyim aylardır .Annemin felç olduğu bu günler de kendimi nasıl çaresiz hissettiğimi.  Bakalım ilerde nasıl anlatacağım bugünleri , merak ediyorum.

Bu pandemi süresinin ilk aylarında – hadi abla hayata bağlanmak zorundayız diye bir sesin böldüğü anlar .Bu sese inanarak ,online seminerler verdiğimi unutmayacağım .Yüzümde eğrilti otu gibi duran kırmızı rujlar …

Yarım asır, dile kolay. Nefes nefese bir film gibi.

Aslında hepimiz için öyle değil mi?

Her birimiz, kendimizin baş rol oynadığı bir filmin içindeyiz. Elimize hikaye veriliyor, ama senaryo yok. Diyor ki zaman bize, şimdi şunlar şunlar olacak, hadi bakalım senaryoyu sen yaz.

Sen nasıl davranırsan film ona benziyor. Bir dramdan komedi de yaratabilirsin, bir komediyi dram haline de getirebilirsin. Ya da bilumum acı tatlı sahneden şahane bir müzikal de yaratabilirsin. Aslında sen belirliyorsun.

Senaryoya her zaman bu kelimeyle başlamak lazım çünkü. Olan her şeye, olmayan her şeye, hayatıma giren insanlara, çıkanlara, uğurladıklarıma, baş tacı ettiklerime, beni baş tacı edenlere, bana iyiyi ve kötüyü her şekilde öğretenlere, sahip olduklarıma, olamadıklarıma…bin şükür !

Çünkü onlar olmasa, ben bugünkü ben olamazdım.

En çok da şimdiye kadar yaşadığım günlere şükür.

Canımın ağrıdığını hissettiğim , canım zamanlar… İyi ki sizi yaşamışım.

İyi ki Türkiye’mde ,  doğmuşum.

İyi ki bu zaman diliminde dünyaya gelmişim.

Artık hayatın, koca bir çınar ağacına asılı rengarenk fenerler olduğunu biliyorum.Acı tatlı her anın bir fener.

Kimi zaman yaşarken avuçlarını yakan o fener, söndürmeden dalına asabilirsen karşıdan o kadar da kötü görünmüyor.

Ve ne çok fenerin varsa ağacın o kadar şen, o kadar aydınlık.

Ağacın ne kadar ışıklı ise, gideceğin yolu o kadar rahat görüyorsun.

Sen beni güzel ağırlamıyorsun be hayat. Ama yine de Çok teşekkür ederim.

Astığım fenerler sayesinde artık BEN olmaya hazırım .

Büyüklerimizden çok duyduğumuz ; ben ne savaşlar , ne ihtilaller gördüm diye başlayan cümleleri sonu gelmeyecekmiş gibi hissedip pek de dinlemediğimiz ama her seferinde dinler gibi yaptığımız anları yazacağımı hiç tahmin etmezdim ama öyle oluverdi .

BEN olmaya hazırım” için 3 yorum

  1. Yine muhteşem bir yazı beni çocukluğuma götürdün. Bence de İyi ki sen bugünkü sen olmuşsun. Nilgün Mazıcıoğlu, Astığın fenerler daima yolunu aydınlatsın.

    Liked by 1 kişi

  2. ‘Artık hayatın, koca bir çınar ağacına asılı rengarenk fenerler olduğunu biliyorum.Acı tatlı her anın bir fener.’ Çok güzel bir tanımlama, emeğinize sağlık. Sevgi ve saygılarımla…

    Beğen

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

%d blogcu bunu beğendi: